KKTC’de okullarda başörtüsü yasağı uygulanmaya başlandı. Bu kararı destekleyenlerin sayısı da yenilir yutulur cinsten değil. Öyle ki “İşte özgürlük, işte medeniyet” minvalinde özgürlük naraları atılmaya başlandı bile. Kararı destekleyenler şunları da söylüyor: “Kadınların saçından ellerinizi çekin”. Ne var ki, kadınların saçına dokunma bahanesiyle inancına dokunulduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Özgürlük adına konuşanların, özgürlüğün yalnızca kendi yaşam tarzlarına uygun olana tanındığında aslında bir baskı aracına dönüştüğünü görmek istememesi tam da bu tartışmanın özünü ele veriyor.
KKTC’de başörtüsü tartışmaları, Lefkoşa’daki İrsen Küçük Ortaokulu’nda bir öğrencinin başörtüsüyle derse girmek istemesiyle başladı. Millî Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin bone ve bandana ile okula girmesine imkân tanıyan bir düzenleme yaparak çözüm aradı; ancak muhalefet ve öğretmen sendikalarının laiklik vurgulu itirazları üzerine hükümet geri adım attı. Ardından Bakanlar Kurulu, ortaokul ve liselerde başörtüsünü serbest bırakan bir Disiplin Tüzüğü değişikliği gerçekleştirdi.
Bu değişiklik sendikalar ve muhalefet tarafından Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Mahkeme, böyle bir düzenlemenin yalnızca Cumhuriyet Meclisi tarafından yapılabileceğine hükmederek 25 Eylül 2025’te tüzüğü iptal etti. Karar sonrası KKTC’de tartışmalar sürerken, Güney Kıbrıs’ta bu mesele çoktan kapanmış durumda; Rum kesiminde öğrencilerin dini özgürlük kapsamında başörtüsü takabilmeleri uzun süredir serbestçe kabul ediliyor.
Peki kim, neyden kurtuldu?
Başörtüsü yıllar boyunca kamusal alanda var olma mücadelesinin simgesi haline gelirken, başörtüsüz olmak da çoğu zaman modern yaşamın ve kentli özgürlüğün göstergesi olarak sunuldu. Ancak başörtülü olmak ile başörtülü olmamanın sürekli karşı karşıya getirilmesi, özgürlüklerin seçici biçimde savunulmasına yol açıyor. “Kamusal alanda görünmek istiyorum” diyen de, “ne giydiğime kimse karışamaz” diyen de aslında aynı özgürlük talebini dillendiriyor. Başörtülü kadın da, başı açık kadın da kendi bedeni ve kimliği üzerinde söz sahibi olmak istiyor. Ancak bu ortak talebin yan yana ifade edilmesi, hâlâ bazı kesimler için tahammül edilemez bir ihtimal olmaktan öteye geçemiyor.
Başörtü yasağı kararının ardından bunu gözyaşlarıyla “kurtuluş” gibi kutlayanları anlamak güç. Bir yasağın özgürlük diye pazarlanabilmesi için ortada önce bir esaret olması gerekir. Oysa KKTC’de hiçbir dönemde başörtüsü zorunlu değildi; kimse örtünmeye mecbur bırakılmadı. Peki kim, neyden kurtuldu? Elbette her özgürlük mücadelesi mutlak bir yasak ya da baskı koşulunda doğmak zorunda değil, ama burada trajikomik olan şu: Başörtülü kadınlar kendi özgürlükleri için sokakta değildi, onlar adına başkaları konuşuyordu. Dolayısıyla bu sahnede kutlanan şey gerçek bir özgürlük değil, başkalarının özgürlüğünü kendi ideolojik kalıplarına göre kısıtlamanın zaferi.
Anlam erozyonuna uğramış bir laiklik
Laiklik bugün kimi kesimlerce yalnızca başörtüsüne mesafe koymanın meşrulaştırıcı aracı hâline gelmiş durumda. Oysa laiklik, ne başörtüsünün kamusal alana girişini engelleyen bir gerekçe olmalı ne de başörtüsüz olmayı savunmak için elde sallanan bir flama. Laiklik, beyaz sekülerlerin her toplumsal olayda başvurduğu sihirli bir çözüm değildir; hatta kimi durumlarda, kendi başına bir sorun kaynağına dönüştü.
Dahası, bu söylemin sıklıkla İslamofobiyle iç içe geçtiği görülüyor: başörtüsünü hedef göstererek, dinî kimliği kamusal alanın dışında bırakmak isteyen bir ideolojik araç hâline gelmiş durumda. Bu da gerçek anlamda çoğulcu bir özgürlük anlayışına henüz ulaşılamadığını gözler önüne seriyor.
Diyanet’in yayınladığı Cuma hutbelerindeki, kadınların giyim-kuşam ve davranışlarını denetlemeye yönelik dayatmacı ve tahakkümcü tavrına tepki olarak başörtüsünü çıkaran Berrin Sönmez örneği, bu çelişkinin somut bir göstergesi olarak öne çıkıyor. Sönmez’in eylemi, feminist çevreler tarafından “bireysel özgürlük”, “direniş manifestosu” ve “politik duruş” olarak alkışlandı; kadının kendi tercihi kutsandı, semboller üzerinden yürütülen baskılar lanetlendi.
Bu yasak neden “işaret fişeği” olarak görülmüyor?
Eğer bugün KKTC’de başörtüsü zorunlu olsaydı, feminist dernekler ve sivil toplum ağları çoktan kınama metinlerini yayınlamış, sosyal medyayı doldurmuş olurdu. Peki, neden ortaokul ve liselere getirilen bu yasak, daha genel bir yasağa dönüşmesinin “işaret fişeği” olarak görülmüyor? Ve neden ses çıkarmaya değer bulunmuyor? Devlet, kadınların örtünme hakkını ellerinden alıyor ve bunu özgürlük adı altında yapıyor; fakat feminist çevrelerden tek bir açıklama yok, bazıları içten içe yasağa sempati duyuyor. Söz konusu başörtü olduğunda özgürlük ilkesi değil, ideolojik pozisyon belirleyici oluyor.
Başörtüsünü çıkaran kadına “cesur”, “özgür”, “aydınlanmış” sıfatları dağıtanlar, başörtüsünü takan kadını neden hâlâ “baskı görüyordur”, “ailesi zorlamıştır”, “bilinçli değildir” gibi klişelerle küçümsemeye devam ediyor? İkiyüzlülük çok net. Kadın başörtüsünü çıkarınca özgürlük olan şey tam aksi bir durumda “gericilik” oluveriyor. Gerçekten özgürlükçü bir duruş, sadece “başörtüsünü çıkarana” değil, “başını örtmek isteyene” de alan açar. Oysa KKTC’deki yasa, kadınların kendi bedenleri ve inançları üzerinde karar alma hakkını gasbediyor; özgürlüğü sadece ideolojik tercihlere bağlayarak, adeta devlet eliyle dayatılan bir kontrol mekanizmasına dönüştürüyor.