Menü Kapat

Plastik Beden Dünyaya Fırlatılırsa Ne Olur?: Zihin-Beden Düalizmini Barbie ile Düşünmek

Barbie filmi ve oyuncaklarıyla ilgili yazılıp çizilenlere baktığımızda yoğunlukla idealize edilmiş güzellik kalıpları üzerinden bir eleştiri getirildiğini görüyoruz. İdeal ve makbul beden dayatmaları; bize zihnin, algının, dünya içinde olmaklığımızın dışında bir olgu gibi görünüyor. Bedenlerin tektipleşmesini konuşurken sanki dünyayla kurduğumuz ilişkinin dışında, bilinç-özneden ayrı bir beden varsayımıyla hareket ediyoruz. Görünen o ki refleksif felsefelerin kartezyen düşünme pratiklerinden paçayı kurtarmış değiliz.

Nesneleştirilmiş bedenin tüketim nesnesi haline gelmesini konuşmaktan; bedenin dünyayla ilişkimizi doğrudan belirleyen, dünya içinde olmaklığı mümkün kılan, algı ve düşünce pratiklerimizi belirleyen bir olgu olduğunu gözardı ediyoruz.

Bedeni, Descartesçı anlamda dünyada yer kaplayan, fiziksel bir beden olarak değil, dünyayla ilişki kuran, Merleau-Ponty’nin ifadesiyle dünyanın onun kumaşından yapıldığı, deneyimlerin pratik alanda da onun aracılığıyla kurulduğu bir beden olarak düşünmek daha isabetli olacak. Böylece zihin ve bedeni bir bütün olarak yakalamanın imkânını göreceğiz.

Felsefe tarihinde özellikle Descartes’tan sonraki güçlü kartezyen eğilim, zihin-beden arasındaki düşünsel boşluğu açarken, patriyarkanın eli boş durmaz. Nitekim zihnin erkekle, bedenin ise kadınla özdeşleştirilmesi; presokratiklerden itibaren kalıplaşmış argümantasyonlarla günümüze kadar ulaşmış durumda.

Bedenin ve bedene dair olanın ikincil, yanıltıcı ve dişil olarak belirlenmesi; hem bedenin felsefi bir nosyon olarak incelenmesinin önünü tıkadı hem de bedenin zihinle, düşünmeyle, algı süreçleriyle birlikte düşünülmesini engelledi.

“İnsan bir vücut ve bir ruh değil, bir vücut ile bir ruhtur. İnsan vücudu adeta şeylere çakılı olduğu içindir ki onların hakikatine erebiliyoruz, …dışımızdaki her varlığa ancak ve ancak vücudumuz üzerinden erişebiliyoruz; dışımızdaki her varlık da böylelikle insan özelliklerine bürünüp bir ruh ve vücut karışımı haline geliyor.”

(Maurice Merleau-Ponty, Algılanan Dünya)

Bu şekilde, zihin-beden ilişkisini kartezyen düşüncenin kıskacından ayırdığımızda günümüzde geldiğimiz noktada bedenlerin standartlaşmış güzellik kalıplarıyla birbirine yoğun olarak benzeyişinin; beden-öznelerin düşüncelerinin de tektipleşeceğine vardırmak zorunlu hale geliyor. Bedenler birbirine benzedikçe kaçınılmaz olarak düşünceler de aynılaşacaktır. Nitekim bunu görmek için kısa bir gözlem yeterli.

Orta-üst sınıf, beyaz, yetişkin, Avrupalı erkeğin, bedensel ve zihinsel alandaki hakimiyeti; kendini, orta-üst sınıf, Avrupalı, beyaz, sarışın, zayıf kadın bedeni idealizasyonu üzerinden görünür kılmaya devam ediyor. Aynı zamanda zihin-beden dikotomisini pekiştirerek kadını bedenin yalıtılmış(!) sahasında tutmak için gösterdiği kapitalist direnci izlemeye, yorumlamaya, eleştirmeye davet ediyor. Büyük beden veya siyahi barbie üretilmesi ise bu direnci yıkmaya yetmiyor maalesef.

Kendi elimizle bedeni nesneleştirmek uğruna verilen çabaların, bedenlenme fenomenolojisinin sunduğu argümanlarla düşünürsek dünyayla kurulan ilişkiyi etkileyeceği çok açık. Üstelik bedene yönelik bilinçdışı direktiflerle birinci tekil şahıs deneyim alanına müdahale eden de yine kapitalist patriyarkal düzen oluyor.

Özetle dünyayla, başkalarıyla kurduğum ilişkinin en tekil yanına, bedenimle kurduğum dünya deneyimine müdahale ederek, yeniden üretiyor, dönüştürüyor, vücudun kumaşından yapılan dünyayla ilişkimi bölüyor, aramıza plastik setler çekiyor. Çünkü vücut artık dünyanın kumaşıyla aynı kumaştan değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir