Menü Kapat

Kendi Avatarını Gözlemek: Özçekim İnsanı

Bu yazı, insani varlığın değişen halleri üzerine bir düşünme deneyimi sonucunda ortaya çıktı. Kısaca özçekim (devri) insanı olarak tanımlayabildiğim bir hâl üzerine düşünmek istiyorum. Bu yazı ayrıca “İnsan, tarihsel düşünüşle son kertede nedir; yani “gerçekleşmiş, bilfiil halimizle biz neyiz?” sorusuna yönelik arayış üzerinde ufak bir düşünme egzersizi olarak okunmalıdır. İnsanı felsefi açıdan kendi sınırlarına çağıran kendini bilmek meselesinin temelinde yarattığı bir dönüşüm olması açısından böyle adlandırdığım bu yeni dönem insanını, teknolojik imkanlarla kendi görsel kopyalarını oluşturup yine kendisi yayan istenç üzerinden düşünmeye değer buluyorum.

İnsan kendini başkası yani öteki üzerinden tanımlayan ve böylece kimlik inşa eden bir varlık. Bu yeni durumda ise özçekim devri insanının kendini öteki üzerinden tanımladığı, kendini bilmeye giden yolun değişime uğradığı zamanlardan geçtiğimizi düşünüyorum. Bahsediyor olduğumuz yeni insan tipi ağırlıklı olarak son on yılda ortaya çıkan, kendini başkası üzerinden kimliklendirmekten ziyade kendi kendini dizayn etme yanılgısı ve yoğun çabasına düşmüştür. Yaşadığı yanılsama halinde daha çok görünen, ama daha az gerçek ve daha çok örtülü bir kendini bil(me)mezlik içinde hareket etmeye başlamıştır.

Bu görünme eyleminde ötekinin tanıklığı bir ölçüde devre dışı bırakıldığından, marazi ve kontrolsüzce gelişmiş olan yoğun görünen olma istenci, insanı daha örtülü bir gerçekliğin içine savurmaktadır. Hakikat hem çoğul hem de örtülüdür artık. Özne olma halinin hem bu denli selfgoverning “kendi kendini yöneten” bir sanrı ile, bir o kadar otheroriented, “başkadan etkilenen” olduğu çapraz etkileşimleri sayesinde yeni bir egosantirizme kaymıştır. 

Öte yandan ötekinin tanıklığından ve etkisinden bağımsız olma istenci içindeki yeni insan, öteki’nin elinden aldığını düşündüğü ayna tutma, görme ve anlama deneyiminin sağladığı imkanlardan, zihnen uzaklaştığı için daha sığ olmaya meyilli hale gelmiştir. Böylece bugünün öznesi eskisinden daha egosantrik, sığ ve adem-i empatiktir. Yeni tip sosyal varlık olarak insan, görünürlüğünün büyük ölçüde dizayn etme ve kendiliğini belirleme imkan ve araçlarına da daha önce olmadığı ölçüde sahiptir. Belki de bu bir yanılsamadır. Çünkü görünme ihtiyacı artmışsa da nasıl görüneceği dürtüsü, bilinçdışı olarak içinde debelendiği sanal imajlar evreninde, öznenin bilinci dışında belirlenen ve hızla yayılan bir popüler kültürün kıskacındadır.

Benim kısaca özçekim insanı diye tanımladığım bu yeni insanî varlık, bir nevi kendi avatarını kendisi yaratma imkanlarına sahip, fütursuz ama fütürist, egosantrik, narsist bir post-human akretipidir. Dolayısıyla kendini başkasının gözüyle görme, anlama yani ötekinin dolaysız tanıklığını, kendi kendisini kurma istencine feda etmiştir. 

Bu nedenle bu kurgulanmış benlik inşası hiç olmadığı kadar çoğul ve örtülüdür. Ötekinin doğrudan tanıklığını devre dışı bırakma istencini yoğun olarak içinde barındıran bu yeni durum (situation), aynı zamanda ötekinin yerine geçme, tanıklığını baştan bozma, kontrol etme, sınırları ihlal ve hatta işgal etme anlamları barındırmaktadır.

Başka bir açıdan ifade edersek bu yeni hâl, imgenin, görünen tarafından ele geçirilmesi manasını da barındırır ki, örtülü hakikatin alanının genişlemesi ile sonuçlanmaktadır. Demek oluyor ki günümüz insanının varoluşsal motivasyonu, “kendini bilme” düsturundan, “kendini yeniden yaratma ve gösterme” zorunluluğuna hiç olmadığı kadar hızlı ve örtülü bir şekilde evrilmektedir. Antroposen devrinin sunduğu doğayı kontrol imkânlarına sahip aşırı özgüven sahibi özçekim insanı, adeta posthuman bir self-inşa hırsı ile sarmalanmıştır. 

Ne var ki, bu noktada başka bir soru akla gelmektedir. Hakikatin çoğullaştığı, alanının bu denli genişlediği bu illüzyonist evrende, ya insanın kendini inşa etme imkânı da gerçek değil de sadece bir sanrıdan ibaretse? Ve esasında self-inşanın öznesi özçekim insanının kendisi değilse?

Bu yeni durumda ötekinin ve insanın içine doğduğu toplumun özneyi etkileme şekli de dolaylı ve örtülü bir yoldan olmaktadır artık. Toplumun düzenleyici rolü, görünmeyen bir el olarak öznenin kendi elinde zannettiği self-portrait aletine yüklenmiştir. Hâl böyle iken, çoktandır ancién toplumun kolektif bilincinin tahtına kurulmuş self görünümlü örtülü ve imajlar evreni, interaktif gözetim araçlarıyla hiç olmadığı kadar etkilidir. 

Yeni insani varlık, sudaki aksine büyülenmiş bir Narkissos’tur artık. Berger’in kehaneti gerçek olmuş, görme sesin önceliğini ele geçirmiştir. İnsan, onu suyun yoluna çağıran sesin izini epeydir kaybetmiş, “kendini bilmek” tüm dinlerin ilk kelâmıyken, yine yeniden, bu sefer topyekûn yoldan çıkılmıştır.

Ötekinin kalp atışını, yağmurdan önce rüzgarın savurduğu toprak kokusunu duyumsayamaz, betondan residencialar uğruna karaçam kovuğundaki yuvasında yaktığı ardıç yavrusunun şakımasını işitemez durumda; kendi var olma nedenini hatırlamaz bir hâldedir. Fiziken hiçbir zaman hızına yetişemeyeceği şimdiye âvâre olmuş, anda kalma endişesiyle travmalanmış, örtülü bir gerçekliğin üç boyutlu avatarından başka bir şey değildir artık. 

Çağı kendi adıyla çağıran Antroposen çağının özçekim insanı, geri dönme eşiğini çoktan geçmiş, ontolojik özünü ve suyun yolunu epeydir yitirmiştir. Çünkü o, medenîleşmenin anlamını toprağa yerleşme olarak kurarken, kendini bilme istencini koruyamamış, medeniyyetini uygarlaştıramamış, ıslah edememiş, yine kendi uydurduğu tüm zamanlarda, kâinatları işgal etme kontrolsüzlüğüne teslim olmuş bir müptezelden başka bir şey değildir. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir