Chanté Joseph’in 25 Ekim 2025’te British Vogue’da yayımlanan “Is Having a Boyfriend Embarrassing Now?” başlıklı yazısı kısa sürede büyük yankı uyandırdı. Artık “Erkek arkadaşa sahip olmak utanç verici mi?” sorusu sosyal medyanın gündemini belirliyor. Joseph, kadınların partnerlerini eskisi kadar sık paylaşmadığını; bunun yerine ilişkilerini daha ince, sembolik yollarla ima ettiklerini vurguluyor. Yazıyı okuyan Avrupalı ve Amerikalı kadınlar ise âdeta bir kutlama havasına girdi: “now I want to be extra single” diyor, #thesinglefriendsnow etiketiyle neşe dolu videolar paylaşıyorlar. Ama her trendde olduğu gibi Türkiye’de mesele çok daha karmaşık; bizde konu görünürlükten çok ilişkinin anlamı ve ağırlığıyla ilgili.
Chanté’nin yazısı, bir zamanlar erkek arkadaş sahibi olmanın bir statü sembolü sayıldığı kültürden –Instagram biyografilerinde adların, aşk dolu fotoğraf serilerinin öne çıktığı dönemden– kadınların yalnızca bir erkeğin dirseğinin 24 saat içinde kaybolan bir hikâyede göründüğü bugüne nasıl geldiğini inceliyor. Artık kadınlar “erkek arkadaşına sahip olma” durumunu bir statü göstergesi olarak paylaşmıyor; hatta bunu bilinçli olarak gizliyor. Ona göre bu değişim hem kültürel hem de duygusal bir dönüşümün sonucu: Kadınlar artık ilişkileriyle tanımlanmak istemiyor ama partnerli olmanın getirdiği sosyal avantajlardan da tamamen vazgeçemiyor. Joseph’in yazısı şu cümlelerle başlıyor:
“Biri sosyal medyada ‘my boyf–‘ (yani ‘erkek arkadaşım’) der demez onu sessize alıyorum. Eğlenmek için takip ettiğim birinin içeriklerinin bir anda “erkek arkadaşım” temalı hâle gelmesinden daha çok nefret ettiğim bir şey yok. Muhtemelen bunun nedeni, uzun bir süre boyunca, en sevdiğim Substack yazarlarından birinin ‘Boyfriend Land’ (Erkek Arkadaşlar Diyarı) adını verdiği bir dünyada yaşıyor gibi hissetmemizdi: Kadınlar, çevrimiçi kimliklerinin partnerlerinin hayatı etrafında şekillendiği bir dünyada -ki bunun tersi erkeklerde neredeyse hiç görülmez- bir erkeği bulma ve elde tutma becerileriyle ödüllendiriliyor, bu da onlara sosyal statü ve övgü kazandırıyordu. Sosyal medyada bu durum etkileşim hatta ciddiyseniz maddi kazanç için kullanılabilir hâle geldiğinde her şey daha da boğucu oldu.”
Joseph, kadınların sosyal medyada ilişkilerini sergileme biçimlerinde son dönemde yaşanan ince ama anlamlı bir dönüşüme dikkat çekiyor. Artık romantik ilişkiler açıkça duyurulmuyor; bunun yerine daha sembolik, dolaylı imgelerle ima ediliyor:
“Ancak son zamanlarda, insanların ilişkilerini çevrimiçi olarak sergileme biçimlerinde belirgin bir değişim var: Heteroseksüel kadınlar romantik partnerlerini açıkça ‘hard launch’ (tam olarak duyurma) etmek yerine, daha ince işaretlere yöneliyorlar; direksiyona konmuş bir el, akşam yemeğinde tokuşan kadehler ya da birinin başının arkası gibi. Daha kafa karıştırıcı örneklerdeyse düğün fotoğraflarında yüzler bulanıklaştırılıyor ya da nişanlının kasıtlı olarak her kadrajdan kırpıldığı profesyonel videolar paylaşılıyor. Kadınlar partnerlerinin yüzünü gizleyerek paylaşım yapıyor; sanki onun varlığını tamamen silmeden, var olmamış gibi göstermek istiyorlar.”
Aşkın yeni estetiği
Joseph’in “soft launch” estetiğine dair eleştirisi, modern aşkın geçirdiği estetik ve ekonomik dönüşümü yeniden hatırlatıyor. Artık aşkı salt duygusal bir deneyim olarak değil, dijital alanda nasıl göründüğüyle de tanımlanan bir kimlik performansı olarak yaşıyoruz. Bu durum kadını iki uç arasında sıkıştırıyor: ilişkiyi tamamen gizlemek “soğuk,” “duygusuz” ve hatta şüphe uyandırıcı; gündelik rutine dahil göstermek ise “boyfriend-obsessed” ve “kendi hayatı yokmuş gibi” görünme riski taşıyor. Aşk artık duygusal bir alan değil; izlenme oranı, estetik tutarlılığı ve etkileşimiyle ölçülen bir performans.
Bu iki uçlu baskı, Illouz’un “duygusal çelişki ekonomisi” dediği gerilimin tam merkezine yerleştiriyor modern aşkı. Aşk artık hem korunması gereken bir statü sermayesi hem de gösteri ekonomisinin incelikleri içinde yönetilmesi gereken bir varlık. Sosyal medyada partnerin varlığını ima edip kadrajın dışında tutmak, patriyarkanın ideal kadın imajı ile neoliberal bireyselliğin “bağımsız kadın” imajı arasında salınan bir strateji.
Kadınlar, İlişkilerini göstermekle gizlemek arasında kurdukları bu dengede, hem duygusal emeklerini hem de “erkek arkadaş öncesi” markalaşma süreçlerini pazarlık masasına yatırıyor. Çünkü yanlış ilişki ya da yanlış görünürlük, markanızın değerini düşürebiliyor. Bu çelişkinin çözümsüzlüğü, sessiz bir utanç suretinde dijital alana yansıyor.
Bu çelişki, Joseph’in ifadesiyle, kadınların hem statüden vazgeçmeden hem bağımsızlığını kaybetmeden var olmaya çalışmasının sonucu:
“Kadınlar artık erkek arkadaşlarından utanıyor mu? Yoksa bu daha karmaşık bir şey mi? Bana göre bu, kadınların iki dünya arasında denge kurmaya çalışmasının sonucu: Hem bir partneri olmanın getirdiği sosyal avantajlardan faydalanmak hem de ‘erkek arkadaşına aşırı düşkün’ (boyfriend-obsessed) görünmeyip kültürel olarak ‘kaybeden’ (loser-ish) duruma düşmemek istiyorlar. Başka bir deyişle, yaygın heterofatalizm çağında, kadınlar tamamen ‘erkek düşkünü’ görünmek istemiyor ama aynı zamanda partnerli olmanın getirdiği ‘itibar’dan da vazgeçmek istemiyorlar.”
Joseph, kadınların sosyal medyada ilişki paylaşımlarını yalnızca imaj kaygısıyla değil, aynı zamanda toplumsal normlar ve batıl inançlarla da şekillendirdiklerini vurguluyor:
“Ama mesele sadece imajla ilgili değil. Instagram’da bir çağrı yaptığımda, birçok kadın aslında batıl inançlı olduğunu söyledi. Bazıları, mutlu ilişkilerinin başkalarında öyle güçlü bir kıskançlık (evil eye / nazar) uyandıracağından korkuyordu ki, bunun ilişkiyi bitireceğine inanıyorlardı. Diğerleri ise, ilişkinin bitmesinden ve o paylaşımlarla baş başa kalmaktan endişeliydi.”
Joseph’in söz ettiği bu dönüşüm, Batı’da –özellikle erkeklerle ilişkilenmenin çok daha “sevgili” düzleminde ve geçici biçimlerde yaşandığı yerlerde– büyük ölçüde estetik bir tavır olarak okunuyor.
Türkiye: Feminist bilinçle patriyarkal gerçeklik arasında
Bizdeyse bir erkek arkadaşa sahip olmanın görünürlük boyutu hem kadının içinde hem sosyal medyasında daha karmaşık bir gerilim yaratıyor. Feminist bilincin medyada ve siyaseten söylem olarak yaygınlaştığı, ancak kültürel ve ailevi düzlemde yerleşmediği bir toplumda büyüyen kadın; yakınlık, aidiyet ve duygusal güvenlik arıyor. Bu arayışın varış noktası çoğu zaman erkek arkadaş, hatta evlilik oluyor. Fakat aynı anda, bunun “yeterince feminist” olmamasına dair bir suçluluk ve bağımsızlığını kanıtlama isteği de devreye giriyor.
Bu çatışma kuşak farkıyla da derinleşiyor. Birçok kadın için, bir önceki kuşağın evlilik hikâyelerine benzememek isteği bu içsel ikilemi daha da keskinleştiriyor. Bu dürtüler insani, ancak patriyarkal kültür bir yandan, Türkiye’ye ithal neoliberal bireyselleşme ve Batı menşeli “girlboss feminizm” diğer yandan, bunları birbirine zıt şeylermiş gibi sunuyor. Sonuçta kadın, yine ortadaki her problemin suçlusuymuş gibi hissettiriliyor.
Statü olarak ilişki, suçluluk olarak bağımsızlık
Türkiye’de “boyfriend-girl” olmak –yani hayatı erkek arkadaş ya da romantik ilişki merkezinde kurgulamak– hâlâ son derece “satan” bir olgu. “Mutlu bir ilişki” ya da “iyi bir evlilik” kurmak, birçok çevrede hayatın mihenk taşı olarak görülüyor. Kadının kendi ayakları üzerinde durması, işinde başarılı olması ya da entelektüel birikimi, toplum gözünde hâlâ “tamamlanmamış” bir başarı; çünkü tüm bu kazanımlar, yanına bir “erkek figürü” eklenmedikçe eksik sayılıyor.
Üstelik evlilik dışındaki ilişkilerin yanlış ya da ayıp görüldüğü bir anlayış içinde bu beklenti daha da çetrefilleşiyor. Kadın, erkek arkadaşını paylaşma isteğiyle gizleme zorunluluğu arasında kalıyor. İlişkisinin nasıl görüneceğini –sarılırken mi, el ele mi, tatilde mi– sürekli başkalarının gözünden, sadece estetik tarafıyla değil, onun ahlâkına dair bir belirteç olarak da düşünmek zorunda kalıyor. Sonuçta hem kendisine hem de ilişkiye yabancılaşıyor.
Kutsal bağın çifte standardı
Bu ikilemlerin özellikle muhafazakâr çevrelerde aldığı biçimi de konuşmak gerekiyor. Nitekim hem dindar bir kadın için bireysel bir tercih olarak, hem de toplumda –bazen dini zeminde, ama çoğu zaman ondan bağımsız muhafazakâr bir kod olarak– duygusal ya da fiziksel bağ kurmanın meşru yolu hâlâ evlilik. “Koca,” aşkın ve arzunun tek kabul edilebilir karşılığı.
Bu durum, kadın açısından evlilik bağını sıklıkla sevgiyi deneyimleyebilmekle özdeş hâle getiriyor. Aynı toplumun patriyarkal kodlarıysa erkek için evliliği –Batı’ya daha çok benzeyecek biçimde– özgürlüğü kısıtlayan, görev ve sorumluluk yükleyen, hatta övünülecek bir şey olmaktan çıkan bir yapıya dönüştürüyor. Kadını güçlendiren, paylaşınca etkileşim ve onay evlilik bağı, erkek için sınırlayıcı değilse de sıkıcı bir görev hâle geliyor.
Nitekim “çift olmasıyla ünlü” influencer’ların ne Batı’da ne Türkiye’de erkek olmaması tesadüf değil. Ancak Türkiye’de, farklı olarak, kocasını paylaşmak utanılacak bir şey olmaya yakın bile değil; erkek arkadaşını paylaşmanın utancıysa yeni bir feminist bilinçten değil, eski kültürel kodlardan kaynaklı.
Bununla bağlantılı olarak, Türkiye’de evli kadın figürü, hem bekâra hem de erkek arkadaşı olana kıyasla hâlâ “daha saygın”, “daha güvenli” ve “daha itibarlı” bir konumda görülüyor. Evlilik yalnızca duygusal bir birliktelik değil; aynı zamanda toplumsal bir güvence, hatta bir tür saygınlık zırhı. Özellikle kültürel yapı içinde evli kadınlar, iş hayatında ve sosyal çevrelerinde daha “korunaklı” ve “saygı duyulabilir” bireyler olarak konumlanıyor. Bekâr kadın ise mevcut düzeni bozma potansiyeliyle, özgür değil tehlikeli algılanıyor.
Pazarlanabilir aşk
Sosyal medya da bu ikiliği derinleştiriyor. Türkiye’de “boyfriend-girl” estetiği ve “relationship content” hâlâ yüksek etkileşim alıyor. Influencer kadınların anne olduktan sonra içeriklerini bebek ve annelik teması üzerinden sürdürmeleri, bu yönelimin dijital kültürdeki sürekliliğini gösteriyor. Böylece aşk ve evlilik kişisel bir deneyim olmaktan çıkıyor; markalaşmış, pazarlanabilir bir performansa dönüşüyor.
Bütün bu tablo, Türkiye’de düğün, nişan ve baby shower gibi organizasyonların devasa bir sektöre dönüşmesiyle daha da görünür hâle geldi. Bu endüstri, heteronormatif mutluluk idealini yeniden üretiyor. Üstelik bu organizasyonlar temelde çiftleri ilgilendirse de, asıl müşteri kadınlar. Böylece bireysel aşk hayatındaki adımlar, giderek daha fazla kamusal ve ekonomik bir gösteriye dönüşüyor.
Utanç, güvence ve görünürlüğün sınırlarında
Sonuç olarak, Türkiye’de “boyfriend-girl” olgusu ne modası geçmiş bir trend ne de yalnızca bireysel bir seçim. Tam tersine, toplumsal değerlerin, ekonomik dinamiklerin ve dijital kültürün kesişiminde yer alan; hâlâ güçlü biçimde dolaşımda olan bir eğilim. Kadınların özgürleşme mücadelesi ise tam da bu romantik başarı anlatısının, “saygınlık” ve “güvence” mitlerinin gölgesinde şekilleniyor. Bu yüzden Joseph’in kadınların bekârlığı romantikleştirdiği analizini okurken, Türkiye’de aynı hikâyenin tersine çevrilmiş hâlini görüyoruz –burada kadınlar hâlâ ilişkide olmanın sağladığı güvenliğe mecbur bırakılıyor.
Joseph, yazısını aşk ve ilişkilerle ilgili toplumsal normlara yönelttiği açık bir eleştiriyle bitiriyor. Heteronormatif beklentiler hâlâ kadınların kamusal ve özel yaşamlarını belirliyor; buna rağmen kadınlar artık bekârlıklarını yeniden sahiplenip romantikleştiriyor ve bunu arzulanan bir statüye dönüştürüyor. Bu, uzun süredir kadınlara fayda sağlamamış heteroseksüel anlatılara karşı sembolik bir meydan okuma olarak okunabilir:
“Elbette âşık olmanın hiçbir utanılacak yanı yok. Ama aşkı bulamamanın ya da bulmayı denememenin de yok. Ve heteronormativiteyi açıkça sorgulamaya ve eleştirmeye devam ettiğimiz sürece, ‘erkek arkadaş sahibi olmak’ kamusal hayatta kırılgan, hatta tartışmalı bir kavram olmaya devam edecek. Bu durum aynı zamanda kadınların bekârlıklarını yeniden sahiplenip romantikleştirdiği bir döneme denk geliyor. Bir zamanlar ‘evde kedilerle kalmış bir ihtiyar kız’ (spinster) olmanın uyarı hikâyesi olarak görülen bekârlık, artık arzulanan ve özenilen bir statüye dönüşüyor: Yüzyıllardır kadınlara fayda sağlamamış heteroseksüel masalın tabutuna çakılan bir çivi daha.”
Chanté Joseph’in British Vogue’daki yazısı, Türkiye’deki sınırlı çevrelerde yaşanan ilişki ve bekâr olma deneyimlerinden habersiz olsa da, burada da birçok bekâr kadına bir tür özgüven ve rahatlama hissi kazandırmışa benziyor. “Boyfriend” güzelleştirmeleri ve “Sen ne zaman birini bulacaksın?” baskısından kurtulmak kolay olmasa da, Joseph’in yazısı kadınlara “Durumlar başka yerlerde farklı olabiliyor”u hatırlatıyor. Türkiye’de ise bekâr olmak kimi zaman bir güç gösterisi gibi sunulmak istense de, kadınlar hâlâ eril güce ya da toplumsal iktidar ağlarına dayanmadan var olmanın riskini taşıyor. Bu kırılgan konum, kadınların hem söylem gücünü hem de sosyal itibarını belirleyen temel dinamiklerden biri.